Bir gece, uykum da hiç yok ama yine de yatıyorum. Bakıyorum tavana uzun uzun.Gecenin karanlığında, böyle durmaksızın bir yere baktığınızda tuhaf tuhaf hareket eden şeyler görürsünüz ya sanki böle aşağa indikçe kaybolurlar. Onları izliyordum işte bende. Bir yandan düşünüyordum. Sonra birden kalktım ve aynaya baktım. Işığı açmaya cesaret edemedim. Çünkü göreceğim ben, ben değildim, biliyordum. Kendimle yüzleşmek ağır geliyordu. Aslında genelde hep ağır gelir zaten. Nedeni de kendimize itiraf edemediğimiz değişikliklerimizdir. Her şeyden kaçabiliyordu insan, ama kendinden kaçamıyordu işte. O ışık hiç açılmasa hep kapalı kalsa, yanağımdan süzülen göz yaşlarını bir tek ben hissetsem, bir tek ben bilsem dedim kendi kendime. Açamıyordum ışığı. Gözyaşlarım çoğalıyordu, üstümde yakası paçası dağılmış bir pijama, saçım başım dağılmış, hiçbir şey yapmadan öylece duruyordum aynanın karşısında. Sadece ağlayabiliyordum. Ne mutlu değil mi insanın ağlayabilmesi? Gidiyordu sanki adeta tüm kötülükler. Süzülüp yok oluyorlardı. Temizleniyordu sanki ruhum. O kadar güzeldi ki.. Sanki ışığı açtığımda o büyü bozulucaktı. Açamadım. Yatağma geri döndüm ve ağlamanın verdiği huzurla uykuya dalıp gittim. Sabah kalktığımda bu geceyi unutmayı istedim.